TAKİP ET

27 Kasım 2010 Cumartesi

ERGENEKONCU AVUKAT" GAZİ ÜSTEĞMEN SERDAR ÖZTÜRK'ÜN SAVCILIĞA VERDİĞİ DİLEKÇENİN ASLIDIR !.

" BU DİLEKÇEYİ GERÇEKTEN OKUYAN KİMSE VAR MI? HAYDİ VAR DİYELİM,BU ARKADAŞLAR KONU HAKKINDA DÜŞÜNDÜKLERİNİ NEDEN SÖYLEMEZLER ACABA,BİRŞEYDEN Mİ KORKUYORLAR? EĞER ÖYLE BİRŞEY VARSA,DOĞRUDAN ADIMI VERİN BENİ GÖRSÜNLER!. ADAMAKILLI BİR GÖRÜŞELİM!"


İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına

(CMK 250 nci Madde İle Özel Yetkili Bölümü)


Soruşturma No : 2008/1756


Tutuklunun Halinin

İncelenmesini Talep

Eden Şüpheli : Serdar ÖZTÜRK


L. Konusu : Tutukluluk Halinin İncelenmesine dair talep dilekçesinin CMK.

nun 108 nci maddesi gereği verilmesi hk.


Açıklamalar : 1- Ben terörist değilim. Hayatımda terörle olan tek ilgim, görevim gereği terörle mücadele etmek şeklinde olmuştur.


2- Ne yaptığınızı, soruşturmanın nasıl bir yöntemle yürütüldüğünü, bu süreçte işlenen suçları, “hukuki süreç” maskesi altında yürütülen bu örtülü faaliyetin, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini biliyorum. Bu süreçte soruşturmayı yürüten unsurların işlediği suçlara ilişkin kanıtlar elimde. Ancak soruşturmayı yürüten savcıların, daha önce de gösterdiğim lehe olan delilleri toplamaması nedeni ile tarafsız bir soruşturma yürütmediğini anladığımdan, bu kanıtların savcılığa sunulmasının elbette ki bir anlamı bulunmamaktadır. Ben bunları yargılama aşamasında mahkemeye sunmayı beklerken tutuklandım.


3- Neden tutuklandım? Silahım olmadığı, sağlık durumum nedeni ile fiilen silah kullanmam da mümkün olmadığı halde ofisimde mermi bulundu. Hayatımda Genelkurmay Harekat Başkanlığına ya da MSB arşivinin tutulduğu Lodumlu’ya gitmediğim halde (ofisimde bulunduğu iddia olunan gizli-çok gizli belgelerin bir kısmının eski tarihli olması nedeni ile Lodumlu’dan çalındığı anlaşılıyor) ofisimde gizli ve çok gizli belgeler bulundu. Bilgisayarımda ne bulunduğunu bilmiyorum. Ancak bilgisayarımın imajı CMK. nuna uygun olarak ofisimde alınmadığı için, emniyetin elinde geriye dönük olarak dijital veri depolama aygıtlarına ve bilgisayar kütüklerine veri yükleyecek teknoloji olduğundan, inceleme sonucu içinde her şeyi bulabilirsiniz. Hatta emniyet, hızını alamayıp daha sonra da içine yükleme yapabilir. Bunun benim açımdan sorun olmadığını emniyet tarafından yüklenmiş/yüklenecek olan bu verilerin, yasal kanıt niteliği taşımadığını sizin de bildiğinizden eminim. İşte ben, silahım olmamasına rağmen mermi bulundurduğum, hiç gitmediğim bir komutanlığa ait eski gizliliği kalmadığı için arşive kaldırılmış, devlet sırrı niteliğinde olmayan belgelerin ofisimde bulunmasından dolayı tutuklandım.


4- Bu operasyonu yapan ekibi, zaman planlaması açısından tebrik ederim. Zira ben telefonlarımın dinlendiğini biliyordum. Benim telefonlarımı dinleyenler, 02 HAZİRAN 2009/Salı akşamı 18.30 uçağıyla sözleşme görüşmeleri için Antalya’ya gideceğimi, oradan Perşembe ya da Cuma günü İstanbul’a geçip (uçak biletim önce Perşembe 11.30 du, daha sonra Cuma 08.00 a alınmıştı), Silivri’ye müvekkilim Levent GÖKTAŞ’ı ziyarete gideceğimi, Cumartesiye kadar Ankara’ya dönmeyeceğimi biliyorlardı. Benimle aynı tarihte gözaltına alınıp da daha sonra serbest bırakılan diğer kişilerin tamamı göstermelik hedeflerdir. Eğer beni tek başına gözaltına alıp tutuklatsalardı, çok dikkat ve tepki çekerdi. Buna “örtme operasyonu” denir. Bu açıdan da ekibi tebrik ederim. Anlaşılan Mehmet EYMÜR, operasyonu yapan ekibi iyi eğitmiş. Ne de olsa O, bu işleri iyi bilir. Eminim hala görevde bulunan ve Özbekistan’da olan eski ekibinden de yardım ve destek alıyordur. Ümraniye Soruşturması operasyonlarından önce ve sonra Cemaatin gözde müritlerinden Mutlu EKİZOĞLU ve Ali Fuat YILMAZER ile Princess otelde yapılan toplantıların verimliliği ortada…


5- Peki bu olay nedir? Bu bir kukla oyunudur. “En iyi ajan kendisinin ajan olduğunu bilmeyen kişidir.” Kural budur. Şu anda yabancı bir gizli servis tarafından angaje edilen bir cemaat, başta emniyet ve yargı olmak üzere resmi bazı kurumlar içerisine illegal olarak sızdırdığı müritleri ile Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Silahlı Kuvvetlerine açıkça saldırmaktadır. Bunu yapanlar ve kendilerinin bu işte ajan olarak kullanıldığını bilmeyen gençler, ülkelerine, milletine ve devletlerine hizmet ettiklerini sanmaktadırlar. Oysa ki ülke savunmasının temeli olan şanlı bir orduya saldırmak, ancak düşmanların yapacağı bir faaliyettir. 1000 yıl önceki bir oyunun tekrarından ibarettir olanlar. İsmaili tarikatının lideri Hasan El Sabah ve O’nun müritleri Haşhaşiler ile Fettullah GÜLEN ve O’nun müritleri olan cemaatçiler arasında hiçbir fark yoktur, yaşanan zaman dilimi dışında… Bugünü anlamak için “Alamut Kalesi” adlı kitabı okumak yeterlidir. Pek kimse bilmez ancak Cumhuriyet tarihinin en önemli gizli ajanlarından biri, Erzurum ULU CAMİ imamıdır. Bu kişi 11 yıl imamlık yapmış, daha sonra Sovyetlere casusluk yaparken yakalanmıştır. Soğuk savaş döneminin en önemli ve gizliliği kalkmış olmakla açıklanmasında sakınca bulunmayan olaylarından biridir bu. Biz Şırnak’ta, bir köy imamının, gece yapılan karakol baskınında ölü olarak ele geçirildiğinde boynunda “haç” bulunduğuna da tanık olduk. Dolayısı ile imamların ajan olarak kullanılması, tarafımızdan bilinmeyen bir şey değildir.


Peki, o zaman sorumuz şu? Mersin’in bir köyünde yaşayan Ali Efendi Amerika’ya gitse ve “Green Card” başvurusu yapsa, CIA ajanları ona referans olurlar mı? Ya da namazında niyazında dini bütün hayatında haram yememiş bir Türk Vatandaşı ABD. ye gitse adı ve memleketi önemli değil, “Green Card” başvurusunda bulunsa CIA ajanları George Fidas, Graham FULLER ona referans olurlar mı? Tabi ki olurlar neden olmasınlar? Zaten CIA nin de bir misyonu budur demek isterdik, ama buna evet diye cevap vermenin mümkün olmadığını aklı başında herkes bilir. Böyle bir referans verilebilmesi için o kişinin ya CIA’ ye bir hizmeti olması ya da CIA görevlisi olması gerekir. Aksi takdirde CIA görevlileri neden bir Türk vatandaşına referans olsunlar.


Peki, Amerika’da FBI’ ın çiftliğinde oturan Fettullah GÜLEN’e ABD. de “GREEN CARD” başvurusu için kim referans olmuştur? GEORGE FİDAS (CIA AJANI), GRAHAM FULLER (CIA AJANI) ve PAUL HENZE (CIA AJANI). Peki Rusya ve Özbekistan Fettullah Hoca okullarında çalışanları neden bir gecede toparlayıp sınır dışı etmiştir? Okullarındaki öğretmenlerin CIA adına çalıştığı tespit edildiği için… Peki Kim Fettullah GÜLEN’e kendi kültürünü yaydığı için ödül vermiştir? İNGİLTERE… Neden? Çünkü GÜLEN okullarında aslen Türkçe değil, İngilizce eğitim yapıldığı (8 saat Türkçe – 25 saat İngilizce) ve Orta Asya da İngiliz kültürünü yerleştirdiği için… İşte oyun budur…


Şu anda Cumhuriyet, bu şekilde ajanlaştırılmış, ancak lideri ve birkaç kişi dışında ajan olarak kullanıldığını bilmeyen bir cemaatin ve üyelerinin saldırısı altındadır. Bu saldırıyı fiilen yapanlar ise, maalesef ülkelerine hizmet ettiklerine inandırılmışlardır. Bu oyunu anlayamayanlara ve idrak edemeyenlere yazıklar olsun…


6- Peki neden ABD, bir cemaati kullanarak TSK ne ve TÜRKİYE CUMHURİYETİNE saldırmaktadır. Ben MART 1994 de gece saat 00.15 de, 6 ABD (SKORSKY TİPİ) helikopterinin Kuzey Irak tarafından gelip, o dönemde PKK terör örgütünün CUDİ dağındaki iki ana kampından biri olan BALLIKAYA köyündeki kampa paraşütlerle yardım malzemesi attığına tanık oldum. Bu olayı o tarihte rapor ettim ve o tarihten beri de ABD. nin PKK. ya yardım ettiğini biliyorum. Çünkü, başkasından duymadım, kendi gözlerimle gördüm. Şimdi bu durumda TSK. de görev yapan subayların ABD. yi sevmesi mümkün müdür? Dolayısı ile TSK. deki çoğu subay Amerikalıları sevmez, ancak görev gereği asgari nezaketi de elbette maalesef göstermek durumundadır. Sonuç olarak ABD. TSK.ni kaybettiği için bugün bir cemaati ajanlaştırarak ona saldırtmaktadır. Aynı oyunda bugüne kadar ortaya çıkmayan ikinci bir cemaat daha vardır. Ancak onlar ortada dolaşmayı tercih etmiyorlar.


Ayrıca bu Türkiye’ye has bir durum da değildir. Bugün ABD. dünya üzerinde en sevilmeyen ülkedir. Afrika’da kargo pilotu olarak özel şirketlerde uçan ABD. vatandaşı pilotlar, Singapur vatandaşı pasaportu kullanırlar. Neden? Çünkü ABD pasaportu ile gittikleri her ülkede Amerika’nın teröre destek veren yayılmacı politikalarından zarar gören halkın tepkisi ile karşılaştıkları için…


7- Bu açıklamalardan sora “ Ergenekon” diye adlandırılan sürecin nasıl başladığını, neden başladığını ve hedefini hazırlık çalışmalarını izah etmek gerekmektedir.Şöyle ki;

a- Ergenekon Soruşturmasının Hazırlık Süreci

Malum olduğu üzere bu sürecin, eski bir gazeteci,yeni haham yada ne olduğu belli olmayan Tuncay Güney adlı şahsın ifadeleri ile başlatıldığı ileri sürülmektedir.O dönem yani 2001 yılında Tuncay Güney’in işkence ile alınan bu ifadeleri ilgili daire başkanının önüne getirildiğinde “işiniz gücünüz yok artık i.nelerimi takip ediyorsunuz siz” denilerek daire başkanı tarafından tepki gösterilmiş ve bu ifadeleri alan personel muaheze edilmiştir.


Daha sonra 2006 yılında, Gülen cemaatinin kurumlar içindeki hücre yapılanmasında, Emniyet İstihbarat Dairesi içindeki ŞURA BAŞKANI olan Recep GÜVEN adlı emniyet müdürü tarafından konu “Efendim TSK içinde ERGENEKON diye bir yapılanma var. Bunun hakkında projeli bir çalışma yapmak istiyoruz.” denilerek konu İstihbarat Daire Başkanının önüne getirilmiş, Daire Başkanı dosyayı inceledikten sonra Recep GÜVEN’e dönerek, “ne yani sen şimdi bu zırvalara inanıyormusun?” diye sormuş, Recep GÜVEN’de “ Evet efendim inanıyorum” diye cevap verince, İstihbarat Daire Başkanı tarafından “ İyi evladım o zaman projeli çalışmanı yap getir. Bizzat ben Başbakana kendim imzalatıp Genelkurmay Başkanı’na gereğini yapması için götüreceğim.” demiştir. Ancak Recep GÜVEN adlı emniyet istihbarattaki Gülen cemaati şurası başkanı olan şahıs tarafından “ Efendim asker kendi içini temizlemez o zaman yapmayalım” diye cevap verilmesi üzerine , “Ne yani sen şimdi Genelkurmay Başkanına damı itimat etmiyorsun? Sen polissin temizsin. Ben polisim temizim. Biz polis olarak temiziz. Aynı kaynaktan aynı halktan gelen bu ülkenin askeri pis öyle mi? Sen böyle mi düşünüyorsun? Biz kurumsal olarak TSK.ni mi takip edeceğiz şimdi işi gücü bırakıp? Bak evladım, bir kurumun işini gücünü bırakıp kurumsal olarak, bir başka devlet kurumunu takip etmesi orospuluktur. Ben burada görev yaptığım sürece böyle bir orospuluğa müsaade etmem. Şimdi defol buradan “ diyerek Recep GÜVEN’i odasından kovmuştur.


Temelleri 2001 yılında atılan 2003-2006 yılları arasında hazırlık ve alt yapı çalışmaları yapılan Ergenekon süreci O dönemde devlet adamı niteliklerine sahip bir daire başkanının görevde olması nedeni ile CEMAAT TARAFINDAN başlatılamamıştır.


b- Sürecin En Önemli Aşaması Emniyetin “Sinyal İstihbaratı-SIGINT-” Yapma Kapasitesine Ulaşması


Emniyet içindeki cemaat kadrolaşmasının önünü açan iki unsur bulunmaktadır. Bunlardan biri, cemaatin en güçlü olarak BİLGİ İŞLEM ŞUBE MÜDÜRLÜKLERİNDE kadrolaşması ve emniyetin teknik alt yapısını ele geçirmesi, diğeri de 2003 yılında ilk defa alınan ve emniyete SİNYAL İSTİHBARATI yapma kapasitesi sağlayan “İNTERCEPTOR” araçlarının alımıdır. Bu araçların alımında emniyet, “GPS konumlandırması olması, ELEKTRONİK İMZA ÖZELLİĞİ BULUNMASI ve elektronik zaman damgası” özelliklerini illegal dinleme yapılabilmesinin önünün açılması bakımından şartnameden çıkarttırmıştır. Çünkü GPS konumlandırması aracın hangi noktada izleme/dinleme yaptığını, zaman damgası, hangi zaman aralığında izleme ve dinleme yapıldığını, elektronik imza ise, hangi personelin o dinleme ve izleme görevini yaptığını kaydeder. Eğer “interceptor” araçlarında bu özellikler bulunursa illegal dinleme yapılması olanaksız hale gelir. Ama interceptor araçlarında bu teknik özellikler olmazsa, Genelkurmay Başkanlığı’nın önündeki Trafik Polisi aracının bile neye hizmet ettiğini anlayamazsınız… Zira, dinleme iki şekilde yapılır. Birincisi GSM şebekelerinden şebekeye girerek bir hattı dinleyebilirsiniz. Bunun için mahkemeden izin alınması gerekir ve legal yargı unsurları ile GSM şirketi sizin kimi dinlediğinizi bilir. Ancak sinyal istihbaratı yapma kapasiteniz var ise, ortamdaki bütün telefonları manyetik dalgaları algılayarak ayırt etmeksizin dinleyebilirsiniz. Yani Genelkurmay Başkanlığı’nın veya Yargıtay’ın civarına yerleştirilecek bir ya da iki tane İNTERCEPTOR aracı, içerideki bütün sabit ve cep telefonu görüşmelerini algılar ve kaydeder.


Bu süreçte, 2003-2006 yılları arasında belli bir hazırlık yapılmış, Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlıkları, Yargıtay üyeleri ve bunların çocukları, önemli soruşturmaları yürüten savcılar ile önemli bazı davalara bakan hakimlerin özel ilişkileri takip edilerek bir bilgi deposu oluşturulmuştur. Daha sonra bu bilgi deposundaki veriler zaman zaman servis edilerek, zaman zaman YOU TUBE gibi paylaşım sitelerine verilerek tepkiler ölçülmeye çalışılmıştır. (GES komutanının ses kaydı gibi) Yine bu süreçte bazı kişilerin bilgisayarlarına dışarıdan girilerek klonlama yapılmıştır. (bu kişinin adı bizde saklı) CIA nın kurduğu bir şirketin Türkiye temsilcisi ile, emniyet istihbarata çalışan ve ucuz fiyat vererek askeri mahallerdeki bilgisayar ve teknik bakım ihalelerini alan özel bir şirketin bu süreçteki katkısının da yadırganmayacak ölçüde olduğunu da söylemek gerekmektedir. Neticede bu şekilde elde edilen veriler bir merkezde toplanıp, operasyonlarda dijital veri depolama aygıtlarına yüklenmek ve arama mahallerinde ele geçmiş delil gibi sunularak hedef seçilen kişilerin tutuklanması sağlanmıştır. Bu süreç asla bir HUKUKİ SÜREÇ DEĞİLDİR. Bu, YABANCI BİR GİZLİ SERVİS TARAFINDAN ANGAJE EDİLMİŞ OLAN BİR CEMAATİN, ÖRTÜLÜ OPERASYON ENSTRÜMANI OLARAK KULLANILMASIDIR.


c- Sauna Ve Atabeyler Soruşturmalarının Süreçteki Rolü


Bu operasyonu yapacak olan CEMAAT EKİBİ, önce Genelkurmay Başkanlığı’nın bu tip operasyonlardaki tepkisini ölçmek için iki defa deneme yapar. SAUNA DAVASINA YZB G.N. BOZKIR’ ın dahil edilmesi ve ATABEYLER operasyonunda görülür ki, Genelkurmay Başkanlığı bu tip olayları, “HUKUKİ SÜREÇ” diye değerlendirerek herhangi bir tepki vermemektedir. Bunun üzerine Beşiktaş adliyesine cemaatçi bazı hakim ve savcıların atamaları dahil hazırlıkları tamamlanan Ergenekon sürecine 2007 yılında geçilir.

Ancak SAUNA sürecinin detayları önemlidir. Bu nedenle izahı gerekir. Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın GÖLBAŞI tesislerine görevli personel dışında herhangi bir kişinin girmesi kat’i emirlerle yasaklanmıştır. Hal böyle iken, ÖKK. da görevli yüzbaşı Gökhan Nuri BOZKIR’ ın hafta sonu PAZAR günü komutanlıkta nöbetçi olduğu bir anda 4 tane emniyet istihbarat görevlisi kendisini ziyarete gelir. Yüzbaşı G.N. BOZKIR emirlere rağmen, emniyet istihbarat görevlilerini kışlaya sokar. Pazartesi günü, bu durumun diğer nöbetçi subayı tarafından ÖKK. Korgenerale iletilmesi sonucu, Gökhan Nuri BOZKIR’ ın ifadesi alınır ve kendisine ceza verilir. Genelkurmay Başkanlığı tarafından İçişleri Bakanlığı’na (Emniyet Genel Müdürlüğü’ne) yazı yazılarak, bu personelin ne maksatla Özel Kuvvetler Komutanlığı’na geldiğinin araştırılması istenir. İstihbarat Daire Başkanlığı’nda bu personelin savunmaları alınır. İstihbarat görevlileri “EŞİ HEMŞERİMİZ ONDAN DOLAYI TANIYORUZ. BU NEDENLE ZİYARET ETMİŞTİK” diye savunmalarına yazarlar. Ancak Yüzbaşı G.N. BOZKIR evli değildir. Bu savunmalar Genelkurmay Başkanlığı’na gönderilmez.


Daha sonraki süreçte, SAUNA davası başlamadan önce Yüzbaşı G.N. BOZKIR’ ın evine iki defa hırsız girer. İlkinde ÖKK ile ilgili CD.ler evden çalınır, ikincisinde de bilgisayarının “hard disk”i. Her iki olayda da Yzb. G.N. BOZKIR, YILDIZ polis karakoluna giderek şikayette bulunur. Bu şikayetler kayda geçer. Daha sonra SAUNA davası açıldığında, tutuklu olan G.N. BOZKIR’ ın ailesi YILDIZ karakoluna giderek, “oğullarının suçlandığı CD.lerin evden çalınmış olabileceğini, bu çalınan CD.ler ve HARD DISK nedeni ile iki defa karakola şikayette/suç duyurusunda bulunduğunu, açılan davada şu aşamada bu şikayet kayıtlarının en önemli deliller olduğunu” söyleyerek karakol personelinden yardım isterler. Karakolda görevli polis memuru (adı bizde saklı) gerekli araştırmayı yaptıktan sonra, her iki şikayet kaydının da karakolda halen bulunduğunu, mahkemenin istemesi halinde bunu mahkemeye gönderebileceklerini söyler. Ancak mahkeme tarafından YILDIZ polis karakoluna yazılan müzekkereye “elimizde böyle bir kayıt yok” diye cevap verilir. Şaşkına dönen aile hemen karakola giderek kendilerine kayıtlar duruyor diyen memuru bulurlar. Memur onları bir köşeye çekerek sessizce “Bize neden kızıyorsunuz sizden sonra gece buraya Emniyet İstihbarat Dairesinden görevliler geldi ve bütün kayıtları aldılar” diye cevap verir. Bu emniyet görevlisinin can güvenliği sağlandığında adalete hizmet etmek için konuşacağından en ufak bir kuşkumuz bulunmamaktadır. Buradaki en önemli husus aksi yöndeki emre rağmen ÖKK. na giren Emniyet İstihbarat görevlilerinin kimler olduğunun tespitidir. Bu kişilerin gereği gibi ifadeleri alındığında gerçeğe bir nebze de olsa yaklaşma ihtimali bulunmaktadır. Ancak bunu Beşiktaş adliyesindeki soruşturmayı yürüten ve lehe olan hiçbir delili toplamayan bu nedenle de hakkında suç duyurusunda bulunulan savcı Zekeriya ÖZ’ ün yapması mümkün değildir.


Atabeyler soruşturması da aynı şekilde Genelkurmay Başkanlığı’nın bu tip soruşturmalardaki tepkisini ölçmek için yapılmış ara bir operasyondur. Nitekim bugün Ergenekon soruşturması diye adlandırılan süreci yürüten emniyet müdürü, Atabeyler soruşturmasını başlatan kişidir. Bunların tesadüf olmadığı kuşkusuzdur.


d- İstihbarat Daire Başkanı Sabri UZUN’ un Görevden Alınması ve Sonraki Süreç


Ergenekon adı altındaki TSK. ne karşı yürütülen CEMAAT OPERASYONUNU, Sabri UZUN döneminde başlatamayan, ancak verileri toplayıp Genelkurmay Başkanlığı’nın tepkilerini ölçme denemeleri yapan Recep GÜVEN ve ekibi, Sabri UZUN’ un görevden alınması ile hareket geçmiş ve sahte oluşturulmuş deliller ile 2003-2006 yılları arasında elde edilen verilerle CEMAAT OPERASYONU başlatılmıştır. Ancak Sabri UZUN görevden alınmadan önce 2005 yılında diğer birimleri ele geçiren cemaatçiler, emniyet içinde “TSK dine düşmandır, ordu dinsizdir. Subaylar ateisttir ve dinsizdir. Dinsiz bir orduyu yok etmek caizdir” şeklinde propagandaya başlamışlar ve bu şekilde emniyet içinde bir ordu düşmanlığı bilinçli olarak yaratılmıştır. Öyle ki Diyarbakır emniyet kriminal dairesi, yargılanan askeri bir personel için fotokopi bir kimliğe dahi iğfal kabiliyeti vardır diye rapor verebilmiştir. Diğer yandan, 2006 yılında adli yargı cephesinde bu operasyona katılacak kişilerin Beşiktaş adliyesine atamaları yapılmıştır. Bu atamalar, biri hariç arama el koyma yakalama ve tutuklama kararlarını verecek olan yedek hakimliklere yapılmıştır. (bu cemaatçi hakim ve savcıların adları dava açıldığında mahkemeye delilleri ile birlikte sunulacaktır)


Bu nedenle Ümraniye’de el bombalarını bulan polislerin “operasyonun adı Ergenekon olduğunda hakimini de savcısını da sinkaf edeceğiz” demesi yersiz ve tesadüf değildir. Operasyon iki yönlü olarak planlanmış, operatif planlama da, hedef alınacak kişilere ve gruplara ilişkin isim listeleri oluşturulmuş, bu listelerin oluşturulmasında CIA nin bir şirketinin Türkiye temsilcisinin de aktif katılımı olmuştur. Bu planlama ile hangi aşamada kimlerin alınacağı, kimlerde hangi delillerin bulunacağı, bilgisayarlarına hangi verilerin yükleneceği, kimlere dijital veri depolama aygıtları ile kimlere hangi delillerin konulacağı, akabinde dosya savcılığa intikal ettirilmeden gözaltına alınan kişilerin tutuklanmasını sağlamaya yönelik psikolojik iklimin ve medya baskısının yaratılması için basında çıkacak manşetlere kadar planlama yapılmıştır. Süreç bu şekilde başlatılarak Türk halkında bir korku kültü yaratılmış ve kimi suçlu alakasız kişiler bir araya getirilerek SANAL BİR TERÖR ÖRGÜTÜ üretilmiştir. Öyle ki artık bu yalana başbakanlar bile inanabilmektedirler.


e- Peki Bu Operasyonun Hedefi Nedir?


Bir örtülü operasyon nasıl yapılır? Bu hedefin niteliğine göre elbette değişir. Ancak her halükarda olması gereken şey “psikolojik harp desteği” yani satılık kalem ve medya vasıtaları bulmaktır. Bunun zor bir şey olmadığını sanırım bu süreçte herkes görmüştür.


Yabancı bir gizli servis tarafından angaje edildiğinde artık hiçbir kuşku bulunmayan bir cemaatin emniyet ve yargı içine illegal olarak sızdırdığı, kendilerinin aslında örtülü bir operasyonda ajan olarak kullanıldıklarının (kural neydi? En iyi ajan kendisinin ajan olarak kullanıldığını bilmeyen insandır.) farkında bile olmayan insanlar, görevliler üstelik vatana hizmet ettiklerine inandırılarak bu operasyonda kullanılmıştır. Operasyonun asıl hedefi “TARİHİ FIRSAT” ı gerçekleştirmektir.


Yani kısa vadede TSK.ne saldırarak onu destabilize etmek, etkisizleştirmek ve “ÖCALAN’ ın affına ilişkin” sürecin dışında tutmak, orta vadede tutuklanan kişilerin de bırakılacağı vaad edilip, toplumun HAYIR demesinin önüne geçilip, TOPLUMSAL BARIŞI SAĞLAYACAĞIZ ARTIK VAKTİ GELDİ diyerek, yargılaması devam edenler dahil bütün terör örgütlerine af çıkartıyoruz denilerek terörist baş ABDULLAH ÖCALAN’ ın affını sağlamaktır. Operasyonun bugüne kadar ki gelişiminden, operasyona katılan cemaat ajanlarının yaklaşımlarından, uygulanan hareket tarzlarından hedefi okumak aslında hiç de zor değildir. Önemli olan resimleri birleştirmesini becerebilmektir. Sonuçta ortaya çıkan tablo budur…


f- Eski Cemaatçilerle Görüşmeler…


Avukat Mustafa Levent GÖKTAŞ tutuklandıktan sonra, cemaatçilerin ne yapmaya çalıştıklarını anlamak maksadıyla cemaatçi emekli bir emniyet müdürü, ordudan ayrıldıktan sonra cemaatçilerle birlikte olmuş, ancak daha sonra onların örtülü amaçları bulunduğunu fark edince ayrılmış emekli bir binbaşı ve üniversitede öğrenci iken cemaatçilerin yurtlarında kalmış bir kişi ile etraflı olarak görüşmeler yaptım.


Emekli emniyet müdürünün anlatımları; Eskiden emniyette TSK.ne saygı duyulurdu. Hatta eskiden emniyette TSK.ne yakın olan görevliler yükselirdi. Ancak TSK. Emniyeti 2005 yılında kaybetti. Cemaatçiler önce bilişim şube müdürlüklerini ele geçirdiler. Bu şekilde emniyette yapılan tüm MSN yazışmalarını takip ederek, TEM,İSTİHBARAT ve KOM şubede görevli memurlar hakkında elde edilen bilgilerle bu kişilerin istifaları sağlanıp yerlerine cemaatten kişilerin atanmasının yapılması sağlandı. Ancak bu kişiler kendilerini yani cemaatçi kimliklerini gizlediler. Bu yapılanmaya en çok KOM Şube direndi. Ancak 2006 yılında TEM KOM VE İSTİHABARAT DAİRESİ dahil tüm daireleri ele geçirdiler. 2005 yılında cemaatçiler emniyet teşkilatı içinde bir ordu düşmanlığı kampanyası başlattılar. Ordunun ve askerlerin dine düşman ve dinsiz olduklarını işlediler teşkilat içerisinde ve bunda da başarılı oldular.


Emekli binbaşının anlatımları; “Ben inançlı bir subayım. Ordudan ayrıldıktan sonra bu adamların da (GÜLEN CEMAATİ) dine modern bir bakış açısı getirdiklerini düşünerek sempati ile bakıyordum. O dönemde F.G. İstanbul’da bir televizyon kanalının en son katında kalıyordu. Ben de oraya gidip geliyordum. Ancak bu geliş gidişlerimde Harp Akademisi öğrencilerinin de oraya gelip gittiklerini fark ettim. Ancak öğrenciler 5 erli gruplar halinde getiriliyorlardı. Bir grubun diğer grubu görmemesi ve tanımamasına dikkat gösteriyorlardı. Neden bu şekilde çalıştıklarını sorduğumda açıkça bana bir gruptaki bir kişinin yakalanması halinde diğerlerini tanımamasının önemli olduğunu anlattılar. Bu örtülü çalışmaları bende şüphe ve rahatsızlık yarattı ve ayrıldım. Yaklaşık bir yıl önce biri kurmay iki albay bana geldi. İkisi de görevdeydi. Bana cemaat olarak bir THİNK THANK kuruluşu kurmayı, bu süreçte kendisini de bir birimin başına geçirmeyi düşündüklerini, bunun için HOCAEFENDİDEN gerekli iznin ve onayın alındığını söylediler. Bende ne yapacaksınız o THINK THANK kuruluşu ile diye sorduğumda “Güneydoğu’da çözüm nasıl olur? Irak’ta çözüm nasıl olur?” şeklindeki konularda fikir üreteceğiz şeklinde cevap verdiler. Ben de kendilerine yani “güneydoğuyu nasıl satarız” ın CIA cesini mi yazdıracaksınız? Hadi defolun gidin buradan diye kendilerini kovdum”


Üniversite öğrencisi iken Cemaatçilerle birlikte yaşamış bir kişinin anlatımları; dersliğe girdiğimde hemen girişte Atatürk’ün resmi ve andımız vardı. İkinci kata çıktığımızda ise artık orada herkes Atatürk’e “BETON MUSTAFA” diyordu. Girişteki Atatürk resmi tamamen bir kandırmaca idi.


İşte Levent albayımla ilgili soruşturma sürecindeki kısacık beş ayda elde ettiğim veriler bunlardı ki bunlar beni dehşete düşürmeye yetti.


8- Neden ve Nasıl Pusuya Düşürüldüm?


Bunun cevabı, Avukat Mustafa Levent GÖKTAŞ’ın tutuklanmasından sonra yaşanan süreçte Avukat Demet REÇBER ile birlikte hiçbir şeyden korkmadan ve çekinmeden yürüttüğümüz hukuk mücadelesinde saklıdır. Şöyle ki;


a- Avukat Mustafa Levent GÖKTAŞ tutuklandıktan sonra dört cephede birden mücadele ettik. Birinci cephe ceza soruşturmasının yürütüldüğü dosya, ikinci cephe basında çıkan haberlere karşı tekzip ve gerçekleri anlatma mücadelesi, üçüncü cephe basındaki hakaretlere karşı girişilen suç duyuruları ve onlara ilişkin hukuki mücadele ve dördüncü ve en önemli cephe ise, soruşturma organlarının usulsüz ve hukuka aykırı işlemlerine karşı yapmış olduğumuz suç duyuruları ve ceza soruşturmalarıdır.


Bu kapsamda, 51 numaralı DVD’nin arama esnasında polis tarafından yerleştirildiğine dair o kadar çok emare ve delil var ki bu nedenle, Mustafa Levent GÖKTAŞ’ın 12.01.2009 da tutuklanmasına müteakip üç gün içinde arama işlemini yapan polisler hakkında suça konu DVDnin içeriğini oluşturdukları ve arama esnasında ofise bıraktıkları iddiası ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na (Soruşturma numarası 2009/8745) suç duyurusunda bulunduk. Aynı anda Beşiktaş’ ta soruşturmayı yürüten özel yetkili savcılığa “ polisler hakkında suç duyurusunda bulunulduğu, en önemli delilin şüpheli konumda olan kişilerin elinde bulunmasının mümkün olmadığı,bu nedenle parmak izleri korunarak DVD’ nin savcılık emanetine alınmasını” talep ettik. Bu talebe rağmen DVD ancak savcılarla tartışmalara müteakip yanılmıyorsam 13 gün sora savcılık emanetine alınabildi.


DVD’ nin içeriğinin DEVLET SIRRI niteliğinde bilgiler içerdiğini sorgu esnasında ortaya çıkması nedeniyle CMK’ nun 125. maddesi gereğince mahkemece tutanağa bağlanması gereken bu delilin polisler tarafından tutanağa bağlanmasının açıkça suç olduğu gerekçesi ile Fatih Cumhuriyet Başsavcılığına ayrıca suç duyurusunda bulunulmuştur.


Savcılık sorgusundan önce polislerin Mustafa Levent GÖKTAŞ’ı sohbet için çağırdıkları 7 saat süreyle sohbet ettikleri, bu sohbet esnasında TSK aleyhine delil olacak bilgi için “ komutanım bize bir olay yeri, zamanı bir general adı verin buradan çıkın gidin diye” adeta Levent albaya yalvardıklarını, ayrıca “ ERGENEKON EŞİTTİR TSK, PKK YI TSK KURDU. ALBAY RIDVAN ÖZDENİ TSK ÖLDÜRDÜ” gibi ipe sapa gelmez sözler ederek TSK.yı aşağıladıklarını öğrendim. Bu nedenle ilgili polisler hakkında Fatih Cumhuriyet Başsavcılına TSK yı alenen aşağılamaktan suç duyurusunda bulundum.


Daha sonra müvekkilim Avukat Mustafa Levent GÖKTAŞ’a savcılık sorgusu esnasında sorulan DİNK ŞEMASI adlı belgeye, hiçbir ilgisi olmamasına rağmen müvekkilin adının kim tarafından ve ne maksatla yerleştirildiğini araştırdım.Çünkü belge müvekkilin irtibatlı olmadığı şahıslarla irtibatlı imiş gibi gösterilerek hazırlanmıştı, dolayısı ile müvekkil Avukat Mustafa Levent GÖKTAŞ açısından sahte düzenlenmiş bir belge idi. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü, “ DİNK ŞEMASI” adlı belgenin kendi birimleri tarafından hazırlanmadığını yazılı olarak bana bildirdi.ancak ALİ BAYRAMOĞLU adlı yazarın bunun Emniyet tarafından hazırlanıp DİNK cinayetinden 10 gün sonra Başbakana verildiğini ısrarla yazması nedeni ile bende konunun üzerine gittim ve bu belgenin Emniyet İstihbarat Başkan Yardımcısı ve CEMAATİN EMNİYET İSTİHBARAT ŞURA BAŞKANI ( İsth. D. Bşk. Ramazan AKYÜREK Genel Müdürlük Şurasının üyesidir. Ancak İsth. D. Bşk.lığı Şurasının başkanı Recep GÜVEN’dir ve kontrol tamamen ondadır.) RECEP GÜVEN’nin talimatı ile hazırlandığını ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat YILMAZER tarafından gazetecilere dağıtıldığını öğrendim. Bu nedenle her iki görevli hakkında “Sahte Resmi Evrak Tanzim Etmek” eyleminden dolayı Ankara C. Başsavcılığına suç duyurusunda bulundum. Ali BAYRAMOĞLU’nu da tanık olarak gösterdim. Dink Şeması hakkında “işte Ergenekon budur Dink şeması budur.” diye yaygara koparan bu gazetecinin dosyada nasıl bir ifade vereceğini merak ediyorum. Ancak İçişleri Bakanlığının yazısından sonra ısrarla şemanın emniyet tarafından oluşturulduğunu yazdığına göre her şeyi kıvırtıp gizlemeden dosdoğru anlatacağını düşünüyorum. Aksi hal, bu kadar kopardığı yaygaranın boşa olduğu ve bu yazıları başka maksatlarla yazdığı anlamına gelir.


DİNK şeması ile ilgili suç duyurusundan sonra bana defalarca polisle uğraşma diye uyarı geldi MART 2009 da bizzat soruşturmayı yürüten polislerden biri tarafından o esnada soruşturma için emniyette bulunan bir avukat arkadaşıma “ SERDAR’ ı da burada misafir edeceğiz” denilmiş. Bu da benim açımdan bir tehdittir. Yani bu şekilde emniyet görevlileri tarafından tehdit edildim. NİSAN 2009da Fransa’da SORBONNE Üniversitesinde öğretim görevlisi olan RUSYA ve ÖZBEKİSTAN tarafından ajanlıkla suçlanan FETTULLAH GÜLEN adlı şahsın sağ kolu olduğu söylenen bir kişi (adı bende saklı) saygı duyduğum bir hukukçu tarafından bana “soruşturmada çok sert gidiyor. Sert gitmesin” diye haber gönderdi. Bu da benim açımdan bir tehditti, ama aldırmadım. MAYIS 2009’un başında plakası adıma kayıtlı, ancak eşim tarafından kullanılan araç Etimesgut'ta KONYA’ ya kayıtlı bir istihbarat aracı tarafından sıkıştırıldı. Araç ağır hasar gördüğü ve tamir edilemediği için PERT ‘e ayrıldı. Eşimin emniyet kemeri takılı olmasaydı şu anda ölmüş olacaktı. Kaza esnasında Ankara dışındaydım. Eşim bir şeyim yok değince Ankara’ya dönmedim ancak kazanın ciddiyetini, kaza yerindeki kalıntıları ve aracı gördüğümde anladım. Kazaya sebebiyet verenlerin polis çağrılmaması için eşime adeta yalvarmaları da ayrıca enteresandır.


Soruşturma sürecinde, Levent albayımın ilgili tutuklamasının tek gerekçesi olan “51 numaralı DVD” nin “ADLİ KANIT ”niteliği taşımadı, yasaya aykırı elde edildiği için ne karar ne de tutuklamaya esas alınabileceğini, İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ ve YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ raporları ile kanıtladık. Savcılığa verdiğimiz 40ın üzerinde dilekçe ile usulsüzlükleri ortaya koyduk ve savcılığın ret kararlarının tamamına itiraz ettik. Bu nedenle Savcı Fikret SEÇEN “ NE BUNLAR YA BİR SÜRÜ DİLEKÇE VERİYORSUNUZ SADECE SİZİNLE UĞRAŞIYORUZ BURADA. SİZ CEZA AVUKATI MISINIZ” diye meslek adabı sınırları dışına çıkarak bizimle tartışmaya kalktı. Gelinen aşamada, tutuklamanın gerekçesinin ortadan kalktığı artık çok açıktı. Bu nedenle soruşturmayı yürüten savcılar bizim itirazlarımızdan ve dilekçelerimizden rahatsız olmaya başlamışlardı. Hatta, müvekkilimin hakim olan eşi Nesrin Hanım, bir başka avukatında sürece girmesini istediğinde saygıyla karşıladım. Nitekim bu meslektaşımız savcı ZEKERİYA ÖZ ve müvekkil Mustafa Levent GÖKTAŞ ile görüşüp “savcı sadece GNH kursu hakkında bilgi istiyor. Onu anlatacağız. Ondan sonra 51 numaralı DVD artık sorun olmayacak. Zaten adli kanıt olmadığı üniversite raporu ile belirlenmiş, belki de doğrudan savcı bırakacak seni” diyerek bizim karşı çıkmamıza rağmen , Mustafa Levent GÖKTAŞ’ ın EK İFADESİNİN alınması için Zekeriya ÖZ’ e bir dilekçe verir. Biz o aşamada Mustafa Levent GÖKTAŞ’ ı ve meslektaşımızı ikaz ettik ve bunun bir oyun olduğunu anlatmaya çalıştık. Hatta Levent GÖKTAŞ’a 11 sayfa gerekçe yazdık neden ek ifadeye gitmemesi gerektiği için… ancak Levent GÖKTA, haksız olarak yattığını düşündüğü cezaevinden tahliye edileceği ümidi ile EK İFADE’ ye gitti. Daha sonra acı bir şeklide bizim haklı olduğumuz ortaya çıktı. SAVCILIĞA GÖNDERİLEN İMZASIZ VE SAHTE İSİMLİ BİR MEKTUP BASINA , “DEVRE ARKADAŞI Z. S. MUSTAFA LEVENT GÖKTAŞ’I İHBAR ETTİ” diye servis edildi. Oysa diğer meslektaşımızın ısrarı ile Ek ifadeye gitmek isteyen bizzat Levent GÖKTAŞ idi. Savcı yeni bir delil elde ettiği için Mustafa Levent GÖKTAŞ’ ı ek ifadeye çağırmış değildi. Ancak Levent albay ek ifadeye gideceği için, psikolojik harbin bir enstrümanı olarak bu mektup yazıldı ve basına servis edildi. Oysa ki savcı ZEKERİYA ÖZ , avukat Mustafa Levent GÖKTAŞ’ ın ek ifadesini alacağı vakit, “YA BİZ SENİN ASLINDA TUTUKLANMANI İSTEMİYORDUK.DAHA ÇOK HÜSEYİN BUZOĞLU’NUN TUTUKLANMASINI İSTEMİŞTİK. SENİN SERBEST BIRAKILACAĞINI DÜŞÜNÜYORDUK. ANCAK HAKİM YARGITAYDAN GELDİĞİ İÇİN HERHALDE YARGITAY ÜYELERİNİN GÖRÜNTÜLERİNE KIZDI.” Diyebilmiştir. Bu sözler dahi nasıl bir zihniyetle soruşturmanın yürütüldüğünü göstermektedir.


Ek ifadeden kısa bir süre sonra da POYRAZKÖY’de gömülen LAW silahları ile ilgili elektronik posta geldiği iddia edildi ve bu da psikolojik harbin hedefi ve amaçları doğrultusunda basına servis edildi.


Ben bu sahte isimli imzasız mektup ve POYRAZKÖY’ de ki LAW silahları ile ilgili maili gönderen KİMLİĞİ MEÇHUL kişilerin tespit edilerek haklarında TCK’ nun ilgili maddeleri gereğince işlem yapılması için Fatih Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdum. Ve bu savcılığa giderek SAHTE İSİMLİ İMZASIZ MEKTUBU VE SAHTE İSİMLİ ELEKTRONİK POSTAYI GÖNDEREN KİŞİLER İLE,LAW SİLAHLARINI GÖMENLERİN NASIL TESBİT EDİELEBİLECEĞİNİ Fatih’te soruşturmayı yürüten sayın Cumhuriyet Savcısına etraflı olarak izah ettim ve bununla ilgili birkaç tane dilekçe verdim. Ancak sayın Cumhuriyet Savcısı bize, “Avukat bey benim hakkımda soruşturma var. Bana bu dosyayı niye verdiler bilmiyorum. İsterseniz beni şikayet edin bu dosyayı benden alsınlar. BEN KAHRANMAN DEĞİLİM BU DOSYA İÇİN BİRŞEY YAPAMAM. Başsavcıya beni şikayet edin.” Dedi. Bizde kendisine “ Sizden kahramanlık yapmanızı beklemiyoruz. Sadece işinizi yapın yeter. Levent albayım bir pusuya düşürüldü. Biz bunu kimin yaptığını ortaya çıkarıp hesabını soracağız. Eğer benim söylediğim delilleri toplarsanız LAW silahlarını kimin gömdüğünü ortaya çıkarabilirsiniz. Bize yardımcı olun” dedik. Ancak sayın savcı daha sonra yine bir dilekçe vermek için giden stajyer avukat hanıma açıkça “SİZ ÇARESİZSİNİZ BENDE ACİZİM” demiş. Bunu duyduğumda o soruşturmadan da ümidimi kestim.


Daha sonra, bize verilmeyen ancak emniyet tarafından basına sızdırıldığı anlaşılan 51 NOLU DVD nin emniyet bilişim şubedeki inceleme tutanağı elimize geçti. Bu tutanak bizim çok değerli verilere ulaşmamızı sağladı. Çünkü bu şekilde bize verilmeyen hiç görmediğimiz varlığından bile artık şüphe duymaya başladığımız 51 numaralı DVD nin kimin tarafından oluşturulduğunu tespit etme imkanı elde ettik. O gece müvekkilimiz avukat Mustafa Levent GÖKTAŞ’ ın eşine “ ÇOK ÖNEMLİ BİR BELGE ELİMİZE ULAŞTI. SONUN BAŞLANGICINDAYIZ RAHAT OLUN” diye mesaj attım. Bu belge ile ilgili 6 sayfalık bir dilekçe hazırlayıp soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Savcılarından sayın ŞADAN SAKINAN’ a verdim. Kendisine daha öncede DVD yi Levent albayın ofisine koyan polisin resmini ve bu konuda bilgisi olan diğer ikinci memurun bilgilerini vererek bu kişilerin teknik takibe alınması halinde neticeye varılabileceğini ifade edip takdiri kendisine bıraktım. Yine benim ofisime mermi ve gizli belgelerin konulması ile ilgili yapmış olduğumuz suç duyurusu aynı savcımıza verildi. Ofisime mermi koyan şahısların, mermi kutusunu masamda unutmaları sonucu, bu çok önemli delili PARMAK İZİ İCELEMESİ yapılması maksadıyla sayın savcıya derhal ulaştırdık. Ancak tutuklandıktan sonra öğrendiğim şey beni şok etti. Zira, soruşturmanın en önemli aşamasında savcı Adalet Bakanlığına çağrılmış ve akabinde “MERMİ KUTUSUNUN PARMAK İZİ DAHİ ALINMADAN” bir aya izine çıkmıştı ya da çıkarılmıştı. Bana hiç kimse böyle önemli bir soruşturmada bunun normal bir senelik izin olduğunu açıklayamaz. Adalet Bakanlığında savcıyı kimin çağırdığı ve ne konuştuğu, bu kişinin cemaatçi olup olmadığı mutlaka ortaya çıkarılmalıdır. Ayrıca izinde olan savcımızın zabıt katibinden öğrendiğimiz kadarı ile savcılığa parmak izi incelemesi için sunulan mermi kutusunun “Jandarma kriminal’in taraflı olabileceğini düşüncesi ile Emniyet Kriminal’e gönderileceğini” öğrendik.03.06.2009 tarihinde hemen bir dilekçe yazarak “Şikayette bulunduğumuz şahısların Emniyet Müdürlüğü mensubu polis oluşları ve bir kısım TEM Şube Görevlileri olduğu gözetilerek yapılmasını talep ettiğimiz parmak izi incelemesinin Emniyet Müdürlüğü polis Kriminal dışında, Emniyet müdürlüğü ile bağlantısı olmayan Adli Tıp Kurumu ya da Jandarma Kriminal Dairesince yapılmasını talep ettiğimizi. Soruşturmanın tarafsızlığı ve ortaya çıkacak sonucun tatmin edici ve hakkaniyete uyun olması bakımından bilirkişinin de şikayet edilen personelin bağlı bulunduğu kurum dışından seçilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzu. Aksi durumun tarafsızlık ilkesine gölge düşüreceğini” belirttik. Gözaltına alındığım zaman iş yerimde bulunduğu iddia edilen deliller üzerinde PARMAK İZİ incelemesi yaparak lehime olan delillerin toplanmasını engelleyen güç, arama sırasında masamın üzerinde unutulan mermi kutusunun üzerindeki incelemeyi dahi yaptırmamaya çalışmaktadır.


Ben pusuya düşürüleceğimi bildiğim için ofisteki bütün CD DVD ve dijital veri depolama aygıtlarını attırdım. Sekreterime ofise ben yokken baskın yapılması halinde savcı ve barodan görevlendirilen avukat olmadan asla polisi ofise sokmamasını derhal başsavcılığı ve baroyu araması yönünde talimatlar verdim. Bilgisayarım internete bağlı iken dışarıdan bir müdahale ile her hangi bir veri yüklenmemesi için elimden geldiğince elektronik güvenlik önlemi almaya çalıştım. Çünkü bu operasyon, bilgisayarlara dışarıdan müdahale klonlama, elektronik ortamda oluşturulan ve yüklenen deliller ile sahte belgelere dayanılarak yapılıyordu.


Ben telefon görüşmelerimin MART2009 dan bu yana dinlendiğinden emindim. Çünkü emniyet içindeki cemaatçi ekip, yine klasik hareket tarzı ile kendi kendilerine mail atarak benim hakkımda bazı iddialarda bulunmuşlardı. Bunu da bir sorguda şüphelilerden birine sorulan soru nedeni ile onun avukatının , meslektaşımızın bana bildirmesi ile öğrendim. Çünkü bu soruşturmayı yürüten emniyet içindeki “F” TİPİ EKİP, bir kişiyi teknik takibe aldırmak istiyorsa, o kişi hakkında kimliği belirsiz ihbar maili ya da mektup göndertiyordu. Bu artık klasikleşmiş bir yöntem haline gelmişti. Dolayısıyla bunun benim hakkımda teknik takip kararı çıkartmak için yapılmış klasik bir numara olduğunu fark ettim ve bu nedenle telefonlarımın dinlendiğinden emindim. Bunun anlamı aynı zamanda şudur. Beni dinleyenler haftalık programımı da gayet net olarak biliyorlardı. Çünkü biz gizli kapaklı bir iş çevirmediğimiz için her şeyi açık ve net olarak telefonda konuşuyorduk. Beni dinleyenler, 02 HAZİRAN 2009 SALI akşamı bir sözleşme görüşmesi için Antalya’ya gideceğimi, oradan da PERŞEMBE yada CUMA günü Levent albayımı ziyaret etmek için İstanbul’a SİLİVRİ’ ye gideceğimi, Ankara’ya ancak 06.06.2009 CUMARTESİ GÜNÜ , oğlumun PAZAR günkü SBS sınavı nedeniyle döneceğimi biliyorlardı.daha önce de dediğim gibi bu operasyonu yapanlar zaman planlamasını güzel yapmışlardı. Aynı şekilde benimle beraber sanki birden çok kişiye yönelik operasyon yapılıyormuş izlenimi vermek için alakasız gariban insanları da almaları tamamen asıl hedefi örtme amacına yöneliktir. Nitekim hepsi serbest bırakılmışlardır. Ancak planlayıcılar maalesef operasyonu fiilen uygulayanları doğru seçememişlerdi. Çünkü ofisime bir gece önce girerek mermi ve gizli belgeleri bırakanlar, 32 kalibrelik mermilerin büyük kutusunu masamda unutmuşlardı. Ofisime 300 adet mermi bırakılmıştır. Bunun 250 tanesi 32 kalibreliktir. Kalan 50 tanesi 50 kalibreliktir. İlginç olan husus şudur,masamda unutulan 32 kalibrelik büyük mermi kutusunun üzerinde, içinde 400 adet mermi bulunduğu yazmaktadır. Bunun anlamı şudur. Kalan 150 adet mermi ortada yoktur. Yabancı bir gizli servis tarafından angaje edildiği artık deşifre olan CEMAATÇİLERİN YÜRÜTTÜĞÜ ÖRTÜLÜ OPERASYONUN stratejisi ele alındığında, bir sonra ki aşama MENŞEİ VE BARKOD NUMARALARI BELLİ olan bu 150 adet merminin bir yerlerde, EL BOMBALARI VEYA LAW SİLAHLARI İLE BİRLİKTE GÖMÜLÜP, KİMLİĞİ MEÇHUL BİRİ TARAFINDAN GÖNDERİLECEK ELEKTRONİK POSTA SAYESİNDE BULUNMASI ve yürütülen psikolojik harbin destek unsurları olan ajan basına “İŞTE AVUKAT SERDAR ÖZTÜRK’ÜN OFİSİNDE ELE GEÇEN MERMİLERİN KALAN KISMIDA LAW SİLAHLARI İLE BİRLİKTE BULUNDU. DOLAYISI İLOE LAW SİLAHLARINIDA AVUKAT SERDAR ÖZTÜRK’ÜN GÖMDÜRDÜĞÜ ORTAYA ÇIKTI.( Hayatımda hiç Poyrazköy’ e gitmedim neresi olduğunu da bilmem) BUNUNLA SAVCILARA SUİKAST YAPACAKLARDI! “ gibi zeka dolu manşetler attırıp, yaygara kopararak psikolojik harbe devam etmektir. Aynı şekilde bir sonraki hedefte, avukatım Demet REÇBER’ dir.Çünkü bu soruşturmanın bir amacı da insanları korkutup sindirerek amaçlarına giden yolda engelle karşılaşmamaktır. Zira benim tutuklandığım gün Avukatımın Alanya’da danışmanlık yaptığı ofise de birileri girmeye çalışmış, ancak faaliyete geçen alarm sistemi nedeni ile bu kişiler kaçmışlardır. Ancak amaçlarına giden yolda her şeyi yapacaklarını açıkça göstermiş olan Cemaatçiler hiç kimsenin güvende olmadığını, önemli olanın hedef olarak seçilmek olduğunu, gerisinin nasıl olsa kılıfına uydurulduğunu kendi açılarından başarıyla kanıtlamışlardır.


Ofisimde bulunan deliller, “Genelkurmay Başkanlığına ait çok sayıda gizli belge 300 adet mermi ve ortalığı karıştıran ve üniversite mezunu dahi olmayan cemaatçi bir geri zekalı ( bu söz hakaret değil, bir durum tespiti amacıyla kullanılmıştır. Çünkü belgedeki ifadeler, yazanın zeki biri olmadığını ortaya koymaktadır.) tarafından yazıldığını düşündüğüm İRTİCA İLE MÜCADELE EYLEM PLANI” dır.


Her şeyden önce şunu söylemeliyim ki HÜKÜMET EĞER SAMİMİ İSE BU BELGEYİ KİMİN HAZIRLADIĞINI 24 SAATTE TESBİT EDEBİLİR. Yeter ki istesinler. Zira, ofisime konulan mermilerin 50 tanesi 22 kalibrelik ve “ İNGİLİZ MENŞEİ” lidir. Diğer 250 mermi ise, 32 KALİBRELİK ve İSVEÇ MENŞELİDİR. Her iki grup merminin de BARKOD numaraları bellidir. Mermileri koyan kişiler ile, belgeleri koyan kişiler aynı ekiptendir. Dolayısıyla bir devlet isterse 24 saatte bu mermilerin menşeinden kime satıldığına ve dolayısı ile bu saçma sapan belgeyi kimin oluşturduğuna ulaşabilir. Yeter ki istesin.


Diğer yandan çok enteresan olan bir hususta şudur ki, bu delilerin bize ait olmadığını fark ettiğimiz için hiç dokunmadık. Mühürlü delil torbaları açılırken herkese ameliyat eldiveni giydirdik. Ve kimseye el sürdürtmedik. Ve derhal mermilerin ve belgelerin kimin tarafından konulduğunun ve kim tarafından oluşturulduğunun tespiti için SAVCI ZEKERİYA ÖZ’DEN PARMAK İZİ İNCELEMESİ istedik. En acemi savcı bile olay yerinde elde edilen delillerin üzerinde PARMAK İZİ ARAŞTIRMASI yaptırır. Kaldı ki CMK çok açıktır. Lehe olan delilleri savcı tarafından toplanması gerekmektedir. ANCAK savcı ZEKERİYA ÖZ, bu incelemeyi hala yaptırmış değildir ve bu son derece şüpheli bir durumdur. O zaman ben masumiyetini bilen bir insan olarak, bu inceleme sonucu bu belgeleri kimin koyduğu ve oluşturduğu ortaya çıkacak diye korkuyor da mı bu incelemeye yaptırmıyor savcı ZEKERİYA ÖZ diye sorarım. Ki bu incelemeleri yaptırmadığı ve bu suretle delillerin kararmasına neden olduğu için savcı ZEKERİYA ÖZ hakkında tarafımdan HSYK. na suç duyurusu yapılmıştır. O’nun için hükümet bu belgeyi kimin oluşturduğunu bulmak istiyorsa önce delilleri karartanların ellerini dosyadan çektirmelidir.


Diğer yandan hükümet bu belgeyi kimin oluşturduğunu bulmakla samimi ise 24 saatte ulaşabileceği mermilerin kime satıldığı bilgisine ulaşmaya çalışmalıdır. Çünkü benim silahım yok, neyleyeyim mermiyi… Sadece hiçbir ilgimin bulunmadığı bu belgenin nasıl oluşturulduğu ve neden 4 sayfa olduğu hakkında yorum yapabilirim. Bu belge, hiç tanımadığım, bugüne kadar da bir irtibatımın olmadığı Alb. Sayın DURSUN ÇİÇEK’ in imza örneği kimin elinde var ise (örneğin ANDIÇ) onlar tarafında hazırlanmıştır. 4 sayfa olması ise, sadece vakit darlığındandır. Çünkü benimle ilgili arama el koyma ve yakalamaya ilişkin mahkeme kararı 03.06.2009 tarihinde çıkarılmış, ertesi gün 04.06.2009 da ofisim ben Antalya’da iken aranmıştır. Bu belgeler benim ofisime 03.06.2009 gecesi yerleştirilmiştir. Ekibin fazla vakti olmadığı için ancak 4 sayfalık bir metin hazırlayabildiklerini düşünüyorum. Yoksa İRİTİCA ile mücadele gibi önemli bir planın, giriş kısmı bile 4 sayfadan fazla tutar. Ancak benim şaşırdığım husus şudur ki bu belgenin sahte olduğu çok açık iken, devlet adamların bunu iki hafta boyunca tartışmasıdır. Atatürk ne diyor? “Devletin adamı ufku hatta ufkun ötesini görmeli”. Bu tecrübeden de anladığım şudur ki, devlet adamlarımız değil ufku burunlarını ucunu dahi görememektedirler. Buda çok acı…


Bu siyasi nitelikli bir soruşturma olduğu için, siyasi soruşturmalarda hukukilik olmaz diyerek savcılıkta susma hakkımı kullandım. Amacım BAĞIMSIZ (olduğunu düşündüğüm) MAHKEMEDE bana sorulacak her şeyi açıklıkla yanıtlamaktı. Nitekim “DOSYAYI OKUDUM VE İNCELEDİM “TAPE” LERİN TAMAMINI OKUDUM” diyen sorgu hakimine, bana terörist olduğumu gösteren delilleri sorun, hepsini cevaplayayım benim alnım açık, dediğimde ben soru sormayacağım sen anlat dedi. Bana ne irtica eylem planı, ne mermiler ne de verdiğim iddia edilen talimat sorulmadı. Bu soruşturmada öğrendiğim her şeyi anlatmaya çalıştığımda ise, “BURADA ESAS HAKKINDA SAVUNMA YAPAMAZSIN” diyerek beni kısıtladı. Neden kısıtladığını bende biliyorum, hakimin kendiside biliyor…


Bana bazı şüphelilere talimat vermişsin denilen olay çok komiktir. Bir kere ben diğer şüphelilerin avukatlarına ve şüphelilerden arkadaşım olan Levent BEKTAŞ’ a, aşamalarda dilekçelimde açıkça yazdığım, dile getirdiğim daha da ötesi suç duyurusunda bulunduğum hususlar dışında bir şey söylemedim. Talimatta vermedim. Ben bu konuları hakimlerin savcıların üyesi bulunduğu adalet.org adli sitede dahi dile getirdim ki bunları söyleyince talimat vermiş kabul edileyim. Bu nasıl bir zekadır? Bu nasıl bir yaklaşımdır?. Levent BEKTAŞ ile konuşmam 30 saniye sürmüştür ve kendisi ben aradım. Ortak bir arkadaşımız benim Antalya’da olduğum bir tarihte beni arayarak “Levent BEKTAŞ’ ın evinde polis arama yapıyormuş, ne yapacağını bilmiyor. Arayıp bir yardımcı ol” dediğinde, Levent BEKTAŞ’ ı ben aradım. Ve sadece evde CD ve DVD bulunup bulunmadığını bunlara el konulup konulmadığını sordum. Oda bana 3 adet CD ye el konulduğunu söyledi. O zaman evinde bilgisayar var ise bu CD. Leri bilgisayara taktırıp içeriğini tutanak haline getirmesini ve bu tutanağı imzalamasını, tutanağın bir suretini de arada boşluk bırakmadan imzalayıp almasını aksi halde sorguda bunların içinden çocuk pornosu bile çıkabileceğini, içeriğini görmeden asla imzalamamasını söyledim, bir arkadaşı ve bir hukukçu olarak. Bir avukatın arkadaşına hukuki yardımda bulunması ne zamandan beri suç olarak kabul edilmektedir. Bu ne biçim bir yaklaşımdır.


Psikolojik harp yaygaralığı gereği PKK’nın internet siteleri ile RUSYA VE ÖZBEKİSTAN TARAFINDAN CIA ajanı olarak kabul edilen FETTULLAH GÜLEN’ in, televizyon kanalı olan STV. de “JİTEM’ in tetikçisi diye hedef gösterilen Koçero SALUCİ’ yi, “ŞEHİT AİLESİ” olarak tanıdığımı, Bölgede terör örgütünün en aktif olduğu yıllarda, 1990 ların başından itibaren devlet yanlısı olması nedeni ile saldırıya uğrayan, Silopi’ de ki marketler tarafından kendisine un ve gıda dahi verilmeyen bir aşiretten olduğunu, tugayın emri ile bu aileye gıda yardımı yapıldığından dolayı tanıdığımı, kendisinin jandarmanın emrinde korucu olarak görev yaptığını, benim Kuzey Irak sınırında kırsal kesimde, yani arazide görev yaptığımı, herhangi bir görev ilişkimizin olmadığını, bu kişiye beni tanıyıp tanımadığının polis tarafından sorulmasının kasıtlı olduğunu, zira Silopi’ de KOÇERO’ yu bütün devlet görevlilerinin tanıdığını ve KOÇERO’ nun da herkesi tanıdığını, eğer KOÇARO’ ya emniyet müdürünü tanıyor musun? Diye sorulsa idi onu da tanıdığını anlatırdı diye açıkladım. Keza, KOÇERO’ yu AKP li bazı bakanlarda makamında kabul edecek kadar iyi tanırlar ve şehit ailesi olması nedeni ile Ankara’da ki işlerinde de yardımcı olurlar. Bu nedenle bu şahıs hakkında yapılan yayınların maksatlı olduğu açıktır.


Ancak ilginç olan bir olay. Soruşturmayı yapan polislerin MARDİN’ den gelen avukata, “BİZ BURADA SİZİN HAKKINIZI ARIYORUZ. FAİLİ MEÇHULLERİ ORTAYA ÇIKARTMAYA ÇALIŞIYORUZ. SİZ GELİP BUNLARIN AVUKATLIĞINI YAPIYORSUNUZ” demesi üzerine avukatın, “CERRAH’ ı ne zaman alacaksınız o zaman. Mardin emniyet müdürü iken 12 PKK lının TEM şubede öldürüldüğü iddia edilen olayda onunda adı geçiyor da” diye sorması üzerine polis bembeyaz olur ve cevap veremez. Bu olayla ilgili bulunup bulunmadığını değerlendiremem ancak, bu olaydan birkaç ay sonra Celalettin CERRAH, Osmaniye’ye vali olarak atanmıştır.


Diğer yandan, albayımın terörle mücadele görevinde iken kullandığı KOD adı ilk defa SABAH gazetesindeki bir yazı dizisinde deşifre edilmiştir. Bu nedenle sayın Başbakanın oğlunun genel müdür olduğu ÇALIK HOLDİNG’ in ve SABAH gazetesinin sahibi AHMET ÇALIK ve haberi yapan kişiler hakkında TERÖRLE MÜCADELE KANUNUNUN 6ncı maddesini ihlal etmelerinden dolayı suç duyurusunda bulundum.


Mahkeme kararına rağmen psikolojik harp enstrümanı olarak kullanılan, RUSYA VE ÖZBEKİSTAN tarafından CIA ajanı olarak kabul edilen Fettullah GÜLEN adlı şahsın yayın organı olduğu ileri sürülen STV adlı televizyonda MAYIS ayının başında çok ağır bir tekzip yayınlattım.


Soruşturmada yapılan usulsüzlükler nedeni ile Adalet bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ne dilekçe ile başvurarak kanun yararına bozma talep ettim ve Levent GÖKTAŞ ile ilgili dosyaların Adalet Bakanlığı tarafından talep edilmesini sağladım.


Bütün bunlar yani, LAW silahlarının kimin tarafından gömüldüğüne, 51 numaralı DVD. nin kim tarafında oluşturulduğunu tespit etmeme bir adım kala, kahpece ve alçakça pusuya düşürülerek tutuklattırılmam gayet doğaldır. Ben farklı bir durum beklemiyordum. Bir söz vardır teşbihte hata olmaz, “KAHPEYE KARŞI DAĞ DAYANMAZ” derler. Pusuya düşmemek için ne kadar tedbir alırsanız alın eğer karşınızda mertçe hareket eden bir ekip yoksa pusuya düşersiniz. Benim ve Levent albayın verdiği mücadele, bu alçakça pusudan kurtulmak içindir. Vatan için yıllarca silah tutan, canını ortaya koyan, kanını döken ve herhangi bir suç işlememiş hiçbir örgütün de üyesi olmayan bizlere bugün kelepçe reva görülüyorsa, bu bizim ayıbımız değildir. Adaleti sağlayamayanların korku kültünün esiri olanların ayıbıdır. Beşiktaş adliyesindeki Cemaatçi hakim ve savcılara zaten diyeceğim bir şey olamaz. Onlar zaten cemaatin kuklası olmakla onların talimatlarını yerine getirmek zorundadırlar. Adalete hizmet için değil, cemaate hizmet için görev yapmaktadırlar.


İlginç olan bir diğer nokta ise, eski cemaatçi emekli emniyet müdürünün daha önce de bahsettiğim anlatımları idi. Bu kişi, cemaatçilerin her dairede ve genel müdürlükte ayrı ayrı “ŞURA” ların bulunduğunu, memurların, şube müdürlerinin ve daire başkanlarının şuralarının ayrı olduğunu, bu şuraların her Perşembe öğleden sonra toplandığını, bir önceki haftanın değerlendirilerek, bir sonraki hafta yapılacakların karar altına alındığını, alınan kararların emniyet teşkilatından olmayan cemaatçi sivil mutemet kişiler aracılığı ile bir üst şuraya iletildiği, dolayısı ile kademeer şeklinde olan şura üyelerinin birbirlerini tanımadığını, bu şekilde hücre esasına göre çalışıldığını, bunun sorunlara yol açtığını, zira cemaatçi olan emniyet müdürünün alt kademelerdeki memurları tanımaması nedeni ile tayinlerde ve terfilerde sorunlar yaşandığını bununda hoşnutsuzluk yarattığını buna çözüm bulunmaya çalışıldığını anlatmıştı.


Şimdi öyle bir durum vardır ki bu anlamak mümkün değildir. FBI’ ın çiftliğinde oturan bir cemaat lideri, GÖÇMEN dairesinde ona referans olan kişiler CIA ajanı, İNGİLİZLERDEN ödül alıyor. RUSYA ve ÖZBEKİSTAN’ da ki okullarında çalışan kişilerin CIA adına casusluk yaptığı tespit edildiğinden bir gecede sınır dışı ediliyor, cemaat Harp Akademisi öğrencileri birbirlerini tanımasınlar diye beşerli gruplar halinde STV. deki karargahında kabul ediyor. Her bakanlıkta ve dairelerde şuralar oluşturup karar alıyor. Bu cemaatin mensubu polisler, TSK.ni dinsiz ilan edip sessiz bir savaş ilan ediyor ve bu savaşta Türk Gençleri yabancı bir gizli servis tarafında piyon olarak kullanılıyor… . ASRIN DAVASI diye yaygara mahiyetinde yayın yapılan bu dava ve soruşturma, Cumhuriyet Tarihinin en kapsamlı askeri casusluk faaliyetinin örtüsüdür. Bu konuda Ümraniye soruşturmasını yürüten savcılar hariç cemaatçi olmadığını kanıtlayacak, korkmadan her şeyin üzerine gidebilecek niteliklere sahip her Cumhuriyet savcısına ve askeri savcıya ifade vermeye ve elimdeki kanıtı sunmaya hazırım.


Maraş olaylarını başlamadan önce kaçınız, DİCK CHENEY’ in şirketi “HULLİBURTON” ın inşaat firması tarafından yapılan AFŞİN ELBİSTAN TERMİK SANTRALİNDE çalışan AMERİKALI mühendislerin geceleri Kahramanmaraş’a giderek hem sağcılara hem solculara silah dağıttığının şirketin Türk Avukatı ARİF ÇAVDAR tarafından İçişleri Bakanlığına ve Başbakana ihbar edildiğini ancak önlem alınmadığını, bir yıl sonra Maraş olaylarının patlak verdiğini biliyorsunuz? Kaçınız, Güneydoğu’da Amerikalıların PKK nın kamplarına askeri hava araçları ile yardım malzemesi attığına ve ABD. nin PKK terör örgütünün aslında bir destekçisi olduğuna tanık oldunuz? Bugünde oynanan kukla oyunu aynıdır. Sadece KUKLA değişmiş, artık bir cemaat ve onun üyeleri kukla rolünü almıştır. Neticede yapılmak istenilen TSK. ne saldırılarak askeri darbe ortamı yaratmak karışıklık çıkarmak devletin dengesini bozmak. ABD. nin müttefik bir ülkede örtülü operasyon yapmasına engel olmayanlar olamayanlar utanmalıdırlar…. Devletin onurunu yerle bir edenler bunun hesabını elbette tarih önünde ve yargı önünde vereceklerdir.

Mevzuu bahis vatandır. Bu nedenle Serdar ÖZTÜRK’ ün veya Mustafa Levent GÖKTAŞ’ ın, pusuya düşürülerek tutuklatılması ve SİLİVRİ cezaevine konulması sadece teferruattır ve önemli değildir. Pusuya düşürerek, zindana atarak beni korkutacaklarını sananlar ne kadar yanıldıklarını kısa zamanda anlayacaklardır. Ben Harbiyeliyim. Ben sarışın mavi gözlü BOZKURT’ un askeriyim. Allahtan başka hiçbir şeyden korkmam. Hele ki yabancı bir gizli servise angaje olmuş bir cemaat liderine ve onun ülke içinde resmi kurumlara ve basına illegal olarak sızdırdığı ajanlarından hiç korkmam. Ancak benim ofisime mermi ve belge koyarak bu alçaklığı yapanlar ve bana terörist yaftasını yapıştıranlar şunu da iyi bilsinler ki, oğullarımın döktüğü her damla gözyaşının hesabını en ağır şekilde soracağım.

Sonuş ve İstem : 5271 sayılı CMK. nun 108 nci maddesi gereği, usulü zorunluluk nedeni ile bu layihanın savcılığa verilmesi gerekmiştir. 07.07.2009



Serdar ÖZTÜRK 

 

Reklam Alanı

Reklam Alanı
gündemde ne var

Galeri

Biraz Tebessüm