Ertunç Çelik
---( Peygamberimiz ile birlikte oturduğumuz sırada biri gelip HANGİNİZ MUHAMMED'dir ? diye sordu
ALLAH’ın RESULÜ ASHABIN ARASINDA DAYANMIŞ OTURUYORDU.
İşte dayanmış olan şu beyaz kimsedir. DEDİK.
Adam EY ABDÜ-L MUTTALİB'İN OĞLU diye hitap etti.
Peygamberimiz SENİ DİNLİYORUM. buyurdu.
BEN SANA BİR ŞEY SORACAĞIM AMMA SORACAKLARIM PEK AĞIRDIR. GÖNLÜN BENDEN İNCİNMESİN dedi. Peygamberimiz AKLINA GELENİ SOR. buyurdu. Senin ve senden evvelkilerin Rabbi aşkına (söyle) bütün halka seni ALLAH mı gönderdi ? dedi.
Evet. buyurdu. ALLAH AŞKINA SÖYLE NAMAZ KILMAYI SANA ALLAH'MI EMRETTİ dedi. Evet. buyurdu. ALLAH AŞKINA SÖYLE ORUÇ TUTMAYI SANA ALLAH'MI EMRETTİ ? dedi, Evet.’ buyurdu.
(yine): ALLAH aşkına (söyle) zenginlerimizden alıp yoksullarımıza dağıtmayı sana ALLAH mı emretti ? dedi. Peygamberimiz (buna da) EVET. buyurunca
ADAMCAĞIZ ; SEN NE GETİRDİN İSE BEN ONA İMAN ETTİM. Kavmimin geride kalanlarına da ELÇİ BENİM BEN. dedi (kaynak ; Buhari; Kitabu’l-ilm, 57)
---( Peygamberimiz bir gün sahabelere verdiği bir ziyafet sırasında, onlara hizmet ederken, uzaklardan geldiği anlaşılan bir atlı, Peygamberimizin meclisine yaklaşıp: BU KAVMİN EFENDİSİ KİMDİR ? diye sordu. Bu kavmin efendisini arıyorum dedi. ALLAH’ın Resulü BENİM DEMEDİ.
O sırada sahabelerine su dağıtmakta olduğundan, atlıya şöyle cevap verdi: BİR KAVMİN EFENDİSİ ONA HİZMET EDENDİR (kaynak ; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:463)
---( Beni Amir heyetiyle ALLAH’ın Resulünün yanına gitmiştik. SEN BİZİM EFENDİMİZSİN diye hitap ettik. EFENDİ ALLAH'TIR BUYURDULAR.
BİZ ; Fazilette en ileride olanımız, mertlikte en başta gelenimizsin dedik.
BİZE ; Söylediğinizin hepsi bu veya buna yakın bir söz olsun. ŞEYTAN SİZİ UÇURMASIN BUYURDULAR buyurdular. (kaynak ; Kütüb-i Sitte, hadis no: 5391)
Görüldüğü gibi ilk iki rivayette DIŞARIDAN GELEN BİR ADAM, topluluğun içine karışmış peygamberin kim olduğunu tanıyamıyor.
HANGİNİZ MUHAMMED ? veya SİZİN EFENDİNİZ KİM ? diye soruyor.
Birincisinde İŞTE ŞURADA YASLANMIŞ BEYAZ YÜZLÜ ADAMDIR , ikincisinde de bizzat kendisi BENİM DEMİYOR demiyor da KAVMİNE HİZMET EDENDİR DİYOR. diyor. (o sırada su dağıtmaktadır).
Üçüncü rivayette ise onu tanıyan bir grup direk kendisine SEN BİZİM EFENDİMİZSİN diye hitap edince EFENDİ ALLAH'TIR DİYE CEVAP VERİYOR
Bu rivayetler KUR'AN’da anlatılan ARKADAŞ PEYGAMBER karakterine tamamen uygundur.
Bu nedenle sahih mi değil mi diye şüphelenmeye gerek yok. (ayrıca bkz. arkadaş peygamber adlı makalemize)
İçinde yaşadığı topluma karışıp gitmiş birisine hanginiz muhammed ? diye sormak durumunda kalıyorsanız, bilin ki O DERİN BİR AHLAK VE FERASET SAHİBİDİR
Çünkü arif lisanıyla kâmil insan HANGİNİZ MUHAMMED ? makamına (tekrar ede ede ulaşılan ahlak ve karaktere) ulaşmış kişidir.
Peygamber okulunun asıl amacı bu makama ulaşmış insanlar yetiştirmekti.
Böyle birisi dışarıdan bakıldığında halktan ayırt edilemediğinden sıradan biri gibi görünür fakat hiç de sıradan değildir ! ..
Çünkü böylesi biri başlangıçta sıradan/halktan biriyken, HAMDIM PİŞTİM OLDUM seyrinden geçer ve tekrar başa dönerek halktan birisi olur. İrfan’da son makam tekrar başladığı yere dönmektir.
BAYAZID DERKİ ; Marifetullahın (ALLAH’ı tanıma yolunun) sonu susmaktır ! ..
Dikkat edersiniz, insanoğlu için MAL, MÜLK, BİLGİ, STATÜ ve İKTİDAR sahibi olmanın getirdiği KİBİR, ayrıcalık ve sınıflaşmaların ortadan kaldırıldığı iki yer vardır ; İHRAM VE KEFEN
Hacda İHRAMA GİRMEK ve ölünce KEFENE SARILMAK sonradan edinilmiş rütbe ve kisvelerden sıyrılıp tekrar başa dönmeyi, bütüne karışıp gitmeyi ifade eder. İhramda ve kefende insanoğlu her tür statü belirtici alametlerden sıyrılır; NE RÜTBE NE KİSVE KALIR İhrama girmiş veya kefene sarılmış birisini tanımak için HANGİSİ diye sormak zorunda kalırsınız.
Çünkü ayırıcı hiçbir rütbe ve kisve kalmamıştır. Kişiyi yalnızca içi (KALBİ) ve amelleri ötekinden ayırır.
İşte HANGİNİZ MUHAMMED sorusu, bunu yaşarken yapmayı ifade eder ki İSLAM’da bütün tasavvuf mekteplerinin veya irfan okullarının amacı bu makama ulaşmış insanlar yetiştirmekti.
Tarikatlar bunun için kuruldu, seyr-i süluk (yolda yürüyüş halinde olma)'lar bunun için yapıldı.
Fakat sonunda KESER DÖNDÜ SAP DÖNDÜ GÜN OLDU HESAP DÖNDÜ ve en çok RÜTBELİ, MAKAMLI, KİSVELİ, KAVUKLU, CÜPPELİ, ZÜNNARLI, SUFLU (yünlü) haller bu topluluklarda görülmeye başlandı.
Bu noktada tasavvuf hareketi içinde tekrar başa dönme amaçlı yani HANGİNİZ MUHAMMED ? sorusunu sordurtacak hale gelme amaçlı protest bir hareketin tâ ilk baştan itibaren doğduğunu görüyoruz MELAMETİLİK ! ..
HORASAN ERENLERİ de denilen bu hareketin ilk başlatıcıları, her türden halktan ayırıcı RÜTBE, KİSVE, SUF (yün) elbise giyme, SEMA, ZİKR ve VİRD talimi, tarikat hiyerarşisi, ŞEYH-MÜRİD ilişkisine karşıdırlar. FARK'ı savunarak ihtiyaç fazlası mülkiyet talebini reddederler. İSAR diyerek vermeyi/paylaşmayı teşvik ederler. FÜTÜVVET diyerek digerğamlığı/ötekiciliği savunurlar. AHİLİK diyerek ANADOLU'da kardeşlik iktisadı kurarlar. KALENDİRİLİK diyerek kof şekilciliğe isyan ederler, ruhsuz kuralcılığa aldırış etmezler.
ANADOLUNUN’nun İslamlaşmasında ve kaynaşarak yeniden inşasında bu anlayışların yattığını görüyoruz.
İSLAM’ın ilk yüzyılındaki EMEVİ DARBESİNE ve onun getirdiği MAL ve MÜLK ihtirası ile ganimetçiliğe tepki olarak Hasan-ı Basri gibi zahidlerin karşı çıkışının bir benzeri 13. yüzyıllarda Anadolu’da yaşandı.
Osmanlı merkezileşmesinin yaşandığı dönemde de Melametilik, Kalenderilik, Ahilik gibi akımlar Hasan-ı Basri’nin rolünü üstlendiler. Emeviler ilk dönem zahitlerini nasıl dışlayarak merkezileşmişse, Osmanlı da bu akımları dışlayarak merkezileşmiştir.
Kuruluş döneminde kullanılmışlar fakat mal ve mülk ihtirası ile ganimetçilik arttıkça bu akımlar da tepki biçimlenmesi olarak ortayı çıkmışlar. Anadolu’daki fütuvvet (mertlik, diğerğamlık, kardeşlik) geleneğinin kökleri buraya dayanmaktadır.
Hasan-ı Basri’nin (öl. 110/728) şu sözü kendi döneminde ZAMANIN RUHUNUN nasıl değiştiğini gösterir:
EĞER ALLAH'IN RESULÜ'NÜN ASHABINDAN BİRİ ŞU KAPIDAN İÇERİ GİREREK YANIMIZA GELSEYDİ KIBLEMİZ HARİÇ HİÇ BİR ŞEYİMİZİ TANIMAZDI (kaynak ; İbnu’l-Cevzi; Hasan-ı Basri, s. 69, M. Kubat; Hasan-Basri, s. 108)
Yine zamanın ruhunun değiştiğini gören Hasan-ı Basri’nin daha ilk yüzyılda şöyle dediğini görüyoruz;her ümmetin bir putu vardır bu ümmetin putuda altın ve gümüştür (KAYNAK ; A.g.e, s. 110)
Keza ona göre YÜN ELBİSE GİYEN ŞAHSIN KİBRİ İPEK ELBİSE GİYENİNKİNDEN DAHA FAZLADIR Hasan-ı Basri, Ferkad es-Subhi adlı zahidin üzerinde yünden yapılmış bir elbise görünce ona ŞU ELBİSENLE İNSANLAR ARASINDA ÜSTÜNLÜKMÜ TASLIYORSUN. der
YİNE BİR TOPLULUK İÇERİSİNDE NEFSİNİ KINAYAN KİMSE ASLINDA ZIMMEN KENDİSİNİ ÖVÜYOR DEMEKTİR diyerek, samimiyetten uzak, yapmacık, sırf gösterişe dayalı amellerin hayır getirmekten çok kişiyi dalalete sürüklediğini söyler.
Ona göre bir Müslümanın İHTİYACINI GİDERMEK bir ay İTİFAKA GİRMEKTEN daha hayırlıdır.
(kaynak ; A.g.e., s.102-103).
Horasan erenlerinden İbrahim b. Ethem (öl. 166/782), Ahmed b. Hanbel gibi tarlalarda çalışarak, ekin ekip-biçerek, değirmencilik, odunculuk yaparak geçimini temin ederdi.
Cömertliğin, yardımseverliğin ve diğergamlığın yok olduğundan şikayet eden İbrahim b. Ethem şöyle diyor: GERÇEK KAZANÇ KENDİ ALNININ TERİ İLE KARNINI DOYURMAKTIR. Yoksulluk şikayet sebebi olamaz. ÇÜNKÜ TÜM MÜLKİYET ALLAH'IN DIR. Mülkiyet ALLAH’ın olunca elinde mal bulunduran kişinin, gerçekte kendisine ait olmayan MAL-MÜLK ile yoksullara karşı üstünlük taslaması (kendini halktan ayırarak) BÜYÜKLENME ALAMETİDİR (kaynak ; Ali Bolat; Melametilik, s. 47)
Yine Horasan erenlerinden Şakık Belhi’nin (öl. 194/810), geçimini ELİME GEÇİNCE ŞÜKREDER GEÇEMEYİNCE SABREDERİM diyen birisine O DEDİĞİNİ BELH'İN KÖPEKLERİDE YAPIYOR. Biz bulunca dağıtır, bulamayınca şükrederiz dediğini görüyoruz. (kaynak ; A.g.e, s. 61).
Yine Horasan erenlerinin ulularından Ebu Turab en-Nahşebi’nin (öl. 245/859) mülkiyet görüşü bizim anlamakta güçlük çekeceğimiz türdendir. Ona göre KUR'AN’da Hz. Musa O ASAMDIR diye mülkiyet iddiasında bulununca Allah ASANI AT (Taha; 20/18) diyerek haddini bildirmiştir.
Bu nedenle ona göre hür tür mülkiyet iddiası kendini toplumdan (bütünden) ayırma olup batıldır.
(kaynak ; A.g.e, s. 90).
Yahya b. Muaz (öl. 258/872) da zamane fâkih, şehy ve hocalarına şöyle seslenir ki güncelliğinden hiçbir şey kaybetmiş değil: Saraylarınız KAYSERLERİN'ki gibi, evleriniz KISRALARIN'ki gibi, elbiseleriniz TALUT’unki gibi, binekleriniz Karun’unki gibi, sofralarınız CAHİLİYENİN'ki gibi, mezhepleriniz ŞEYTANIN'ki gibi, MUHAMMED’inki gibi olanlara nerede ? (kaynak ; A.g.e, s. 98).
Bayazıd-ı Bistami (öl. 264/878) de şöyle der: EĞER FİRAVUN AÇ OLSAYDI BEN SİZİN EN YÜCE RABBİNİZİM demez, Karun aç olsaydı AZGINLIK ETMEZ, Sa’lebe aç olsaydı kendisinden övgüyle bahsedilirdi. Halbuki o mülke kavuşunca (karnı doyunca) nifaka düşmüştür. (kaynak ; A.g.e, s. 108).
Horasan Melametilerinin liderlerinden Hamdun Kassar’ın (öl. 271/884) HANGİNİZ MUHAMMED ? sorusuna halel getirecek her tür davranışı kerih gördüğünü ve Melamet öğretisini bu sorunun gereği ile temellendirdiğini görüyoruz.
Ona göre hırka giymek, suflu (yünlü) elbiselerle gezmek, cübbe, sarık, zünnar, kisve gibi halktan ayrı kıyafetlerle dolaşmak, zikr, sema, vird vermek, şeyh-murid ilişkisi tesis etmek, tarikat kurmak, servet yığmak, mülkü ve ilmi kendine saklamak HANGİNİZ MUHAMMED ? diye sormaya gerek bırakmayıp, kişiyi halktan ayıracağı ve belli edeceğinden RİYADIR. (kaynak ;A.g.e s.128 vd., 204 vd.)
Keşfu’l-Mahcup yazarı HUCVİRİ’ye göre de aslolan hırka değil; hurka (gönül ateşi) dir.
DEMEKKİ ALİM İLMİYLE ZENGİN MALIYLA TOPLUMDAN AYRILAMAZ. Tıpkı resulün risaletiyle ayrılmadığı; HANGİNİZ MUHAMMED ? diye sordurtacak denli topululuğa karıştığı gibi ..
Demek ki alim bilgisini, zahid malını, aşık canını verebilendir. Ve bunlardan dolayı hiçbir maddi karşılık (ücret) beklemeyendir.
Kanımızca gerçek arifler bunlardır ki böylelerini seviyoruz. Bu tür karakter ve ahlakta kesinlikle KUR'AN’ın ruhu ve peygamberin kokusu var.
Baştaki rivayette geçen adam gibi bizde soralım ;
ALLAH aşkına (söyleyin), günümüzün şeyhleri, hocaları, liderleri burada gördüklerinize ve duyduklarınıza hiç benziyor mu ? ..
Rivayetteki adam gibi dışarıdan gelip, devenizi bağlayarak (arabanızı park ederek) gidip bunlardan birinin yanına girseniz, HANGİNİZ ŞEYHİNİZ ? , HANGİNİZ HOCANIZ ? veya HANGİNİZ LİDERİNİZ ? diye sorar mısınız, sormaya gerek kalmadan HEMEN TANIRMISINIZ ?
Uygulanan protokolden, oturduğu yerden, giyiminden kuşamından, çevresindekilerin ona davranışından, hal ve hareketlerinden hemen belli olur mu olmaz mı ? ..
Topluluğun arasına karışmış, sıradan birisi ile karşılaşmak sanırız HAYAL.
---Siz hiç seçmenleri arasında fark edilmeyen bir lider gördünüz mü ? ..
---Siz hiç müridleri arasında fark edilmeyen bir şehy gördünüz mü ? ..
---Siz hiç yoksulların arasına karışıp giden ve fark edilmek istemeyen bir zengin gördünüz mü ? ..
Ayette geçtiği gibi böylelerinin halkla (yoksullarla, müridleriyle, seçmenleriyle, seyircileriyle, okurlarıyla, işçileriyle) eşit hale gelmekten, onlardan birisi gibi olmaktan, onların içine karışıp tanınamaz hale gelmekten ödleri kopar.
HANGİNİZ MUHAMMED ? ..
Bu öyle bir soru ki, sorulduğu an, peygamberin kürsüsünde oturarak elde edilmiş bütün kisveleri tiril tiril döker.
Bu öyle bir soru ki İHRAM ve KEFEN dışında adamda hiçbir şey bırakmaz, her şeyini sıyırır döker.
İnsanı yalnızca İMANI ve yalnızca AMELİ ile baş başa bırakır..
Bu öyle bir soru ki ALLAH, Kitap, Peygamber namına konuşan/onun kürsüsünde oturan bütün RÜTBE, KİSVE, SERVET, ŞAN ve ŞÖHRET sahiplerini eğer imanları varsa utanç içinde bırakır.
Böyle öyle bir soru ki, sorulunca bütün kastlar yıkılır, hiyerarşiler yerle bir olur.
Bu öyle bir soru ki, sorulunca mağrur rütbeler sökülür, kibirli kasıntılar iflas eder.
Bu öyle bir soru ki efendi-kul ilişkileri ile örülmüş kerpiçten duvarları yer ile yeksan eder.
Onun için HANGİNİZ MUHAMMED ? sorusu üzerine ne kadar düşünsek azdır.
İnsanları, MAKAM, MEVKİ, MAL, ZENGİNLİK ve İKTİDAR yani SOSYAL STATÜ bakımından birbirinden ayıran ve sınıflaştıran, dahası buna göz yuman bir din, bilin ki MUHAMMED'İN GETİRDİĞİ DİN DEĞİLDİR
Onun estirdiği ruh HANGİNİZ MUHAMMED SORUSUNDA GİZLİDİR
